20 Ekim 2009 Salı

Dördüncü Hafta Günlük

Merhaba,

Bu hafta simit partisi eşliğinde yaptıpımız derste gündemi şu sıralar meşgul eden domuz gribi ve bu gribin aşısının Türkiye'de uygulanması hakkında konuştuk. Bu konu ile ilgili çarpıcı olan nokta Afrika'daki insanların daha önceleri bu tür aşı geliştirme süreçlerinde kullanıldıkları ve artık burada yaşayan deneklerin "kirlendiği" bir başka değişle bu deneklerin üzerinde çok fazla deneyler yapıldığı idi. Şimdi ise kirlenmemiş, tertemiz yeni deneklere ihtiyaç var ve bu denekler maalesef Türk vatandaşları. Üstelik haber programlarındaki görüntülerinde sağlık bakanı bu aşının güvenliği konusunda kendinden çok emin bir şekilde garanti veriyor.

Geçen hafta oluşturduğumuz tez kapaklarını inceledik. Tezin bölümleri ve bu bölümlerin içerikleri hakkında bilgi edindik. Yüksek Lisans sürecinde en az bir yayın hazırlayıp sunmamız, önce yurt içi daha sonra yurt dışı konferanslarda yer almamız gerektiği hocamız tarafından vurgulandı.

Serpil'in seçtiği konu üzerinde tartıştık. Konumu seçerken seçtiğim kuramları neden tercih ettiğim, dayanaklarımın neler olduğu sorularına cevap verebilmem gerektiğini ve bu kurama hakim olmam gerektiğini öğrendim. Öte yandan seçtiğim konunun mutlaka uzaktan eğitimle alakalı olmasına dikkat etmem gerektiği vurgulandı.

Eğitim kavramını "bireylerin gereksinimlerini giderme süreci" olarak değerlendirdik ve bu açıdan uzaktan eğiti min eğitimden çok iletişim alanına yakınlaştığını gördük.

Çeviri ekibimizi kurup, sorumlu olduğumuz konuları aldık. Son olarak ilk defa sınıf dışı etkinlik olarak kütüphaneyi grup arkadaşlarımızla ziyaret ettik.       

18 Ekim 2009 Pazar

İnternetin Tarihi


17 Ekim 2009 Cumartesi

Tezde Ön Bölüm Sıralaması

Tezimde ön bölüm sırası aşağıda verdiğim bağlantıdaki gibi olmalıdır.

http://docs.google.com/Doc?docid=0ATmXckL9JBy_ZGpqNXNyc18xODZjanNrdGpkNw&hl=en


Üçüncü Hafta İzlenimleri

Merhaba,

Bu hafta derste yaptığımız etkinlikleri tekrar düşünecek olursak, benim aklımda kalan en önemli noktalardan biri tezimi oluştururken biçim unsurlarına dikkat etmem gerektiği vurgusuydu. Bir bakıma bu derste tez oluşturmaya başlama safhalarına giriş yaptık. Bunun yanında tez oluştururken biçim konusunda bir takım ipuçları da edindim. Önceki haftalardan farklı olarak eşli çalışma yöntemi ile kontrol listesi hazırladık. Tülay ve ben bu çalışmada tahtanın birinin hepsini işgal ettik. :) Ancak, bu sunum sırasında dikkat etmem gerektiğini gördüğüm bir nokta ise kısaltma yaptığımda bunu dipnot olarak açıklamam gerektiği oldu (T=Tülay, A=Abdullah).

11 Ekim 2009 Pazar

Geçen Hafta Neler Oldu?

Bu günlüğü yazmak için geç kaldım biraz ama geç olması hiç olmamasından daha iyidir. Hatırladığım kadarıyla oldukça yoğun geçen bir ders seansımız oldu; önceki hafta araştırma konularım üzerine tekrar ve eleştirel bir gözle bakmam gerektiğini gördüm. Tabi en önemlisi bulduğum her bilgiyi sorgulamamın ve kaynağını mutlaka bilmenin önemini tekrar gördüm.

Tezlerin jüride nasıl değerlendirildiği konusunda ipuçları edinmenin yanı sıra, web sayfalarının güvenilirlik kriteleri hakkında bilgi edindim. Son olarak, uzaktan eğitimin 5 temel boyutu hakkında konuştuk.

Her geçen hafta daha öğrenmem gereken çok şey olduğunu görüyorum. Sanki öğrendikçe, öğrenmem gereken şeyler azalacağına aksine daha da artıyor gibi. 

RADİKAL YAPISALCILIK


Radikal Yapısalcılık bilgi ve bilme problemine alışılmadık bir yaklaşımdır.  Bilginin nasıl tanımlanırsa tanımlansın bireylerin aklında olduğu ve düşünme konusunun kişinin kendi yaşantılarına dayanan bilgisini yapılandırmaktan başka alternatifinin olmadığı varsayımından yola çıkar. Yaşantılarımızdan ne anladığımız sadece bilinçli olarak yaşadığımız dünyayı oluşturur. Bu dünya; nesne, kendi, diğerleri vb. gibi türlerle sınıflandırılabilir. Ancak, tüm yaşantılar temelde özneldir ve kendi yaşantımın sizinkinden farklı olmadığına dair nedenler bulsam da, aynı olduğunu bilmemin hiçbir yolu yoktur. Dil deneyimi ve yorumlaması bunun istisnası değildir.”
  
Ernst von Glasersfeld: ‘Growing Up Constructivist’, in, ‘Radical Constructivism - A Way of Knowing and Learning’.  Sayfa 1

RADİKAL YAPISALCILIK
'Radikal Yapısalcılık' (bknz. Fischer 1995) felsefe ve sosyoloji biliminde daha geniş kapsamlı ‘yapısalcılık’ hareketinin bir parçasıdır (Schwandt 1994). Kurucusu ve en dikkat çeken yandaşı Amerikalı psikolog Ernst von Glasersfeld’dir (e.g. 1987a; 1991; 1992a; 1995). Takipçileri ve eleştirel destekçileri Gebhard Rusch (1987; 1990), Siegfried Schmidt (1987) and Niklas Luhmann’dır (1992; 1993). Glasersfeld düşünce sistemi büyük oranda disiplinler arası bir düşünce sistemidir ancak güdümbilimin (sibernetik) içgörülerinin yanı sıra, örneğin bağımsız sistemlerin incelenmesi, esas olarak Fransız psikolog Jean Piaget’nin çalışmalarının üzerine inşa edilmiştir (Glasersfeld 1994; Portele 1994). Piaget'nin çocukların bilişsel gelişimi üzerine yaptığı çalışmalar sıklıkla şu sonuca yol açmıştır: “Zekâ kendini organize ederek dünyayı organize eder” (Piaget 1937: 311). Bu, bilginin insan beyninin kendi kendine organize olan bilişsel süreç olduğu; ‘gerçek’ dünyanın ‘doğru’ imgesini değil yaşandığı gibi dünyanın tutarlı organizasyonunu hedef aldığı anlamına gelmektedir. Benzer bir şekilde güdümbilim sürekli olarak tekrarlananla, örneğin dairesel gözlemleme ve öğrenme süreçleri ile tamamen teknik bir bakış açısı ile ilgilenir. Kendi kendini yöneten araçlar sadece geri dönüt yoluyla algıladıklarını bilirler. ‘İkinci sıra güdümbilim’  (Heinz von Foerster) karşılık olarak bu sistemlerin nasıl gözlemleme yaptığını gözlemler ve bu dönüşlü hareketle çalışma alanındaki hâlihazırdaki gözlemleyiciyi içerir. Radikal Yapısalcılık, kendi prosedürlerini göz önüne alacak olursak, ‘ikinci sıra bilgi’dir.
Radikal Yapısalcılık iki ana iddiayı öne sürer (Glasersfeld 1989: 162):
"(a) bilgi pasif olarak alınmaz ancak biliş ögesi tarafından aktif olarak inşa edilir;
(b) bilişin işlevi uyumsaldır ve varlıkbilim gerçeğinin keşfine değil deneysel dünyanın organizasyonuna hizmet eder.”
Radikal Yapısalcılığın farklı yapılandırılmış bilgilerin kademeli olarak bir noktada birleştiğini ve en sonunda ‘gerçek dünyayı’ temsil eden tek bir bilgi sisteminin içine girdiğini önermemesi ile Darwin’in evrim bilgi kuramından farklılık gösterdiğini kaydetmekte fayda vardır. Radikal Yapısalcılar tüm bilginin keşfedilmekten çok yapılandırıldığını ve bilginin, eğer yansıtıyorsa, ne dereceye kadar ‘varlıkbilim’ gerçeğini yansıttığını söylemenin imkânsız (ve bunu bilmenin oldukça gereksiz) olduğunu iddia etmekteler. Bu, böyle bir varlıkbilim gerçeğini reddetmek değil, bilginin varlıkbilim gerçeğiyle alakalı olduğunu reddetmektir.   Hem varlıkbilim hem de bilgi kuramı bu nedenle bilim adamları ve diğer bilgi üreticileri için alakasız ve konu edilemez hale gelmiştir. Radikal Yapısalcılığın “metafizik olmadan bilme” (Glasersfeld 1991) veya  'öte bilgi kuramı' (Glasersfeld 1992b: 20) ile ilgilendiği söylenmektedir. Niklas Luhmann benzer bir bağlamda konuşmaktadır De-ontologisierung der Realität (1993: 37). Ancak bu tam bir görecelik veya ‘her şey gider’ ifadesini ima etmez (Luhmann 1992: 177). Radikal Yapısalcıların tüm iddiası bilginin varlıkbilimsel veya metafiziksel gerçeğin temsiline göre değerlendirilemeyeceğidir. Yine de, başka kriterler vardır (bknz. Holtorf 1996).




10 Ekim 2009 Cumartesi

FRANKFURT OKULU

FRANKFURT OKULU

1923 yılında Marksizm’e, mevcut sosyoloji kuramlarına, geleneksel bilim felsefesi anlayışına bir tepki olarak doğan Frankfurt Okulunun temel savları kurucuları Thedor W.Adorno, Herbert Marcuse, Max Horkheimer ve ilerleyen yıllardaki en önemli temsilcisi Jürgen Habermas tarafından belirlenmiştir.

Okulun ortaya çıkışında, Batı Avrupa'daki sol işçi sınıfı hareketlerinin I. Dünya Savaşı'nı takip eden yıllardaki ağır yenilgisi, Avrupa’daki sol hareketlerin Moskova'nın denetimi altına giren hareketler şeklinde gelişmesi Rus Devriminin Stalinizm'e dönüşmesi ve nihayet Faşizm ve Nazizm'in yükselişi etkili olmuştur.




Frankfurt Okulu düşünürleri, yaptıkları eleştirilerinde ve karşılaştıkları problemlerde Freud ve Weber gibi düşünürlerin düşünce ve kuramlarından faydalanarak Marksist toplum kuramını varoluşçuluk ve psikanalizle yeniden kurma çabasına girmişlerdir. Özellikle Marxizmden etkilenmiş olan Frankfurt Okulu Hegel’in diyalektiği ve Marks’ın idealistliğinden esinlenmekle birlikte genel olarak Marksist bir çerçeve içinde kalmıştır. Ne var ki Marks’ın yaptığı eleştirilerden çok onun eleştiri yöntemini benimsemiş olan Frankfurt Okulu, György Lukacs’ın, Marks’ın, kendi eleştirel yönteminin, öğretisinin içeriğinden daha çok önem taşıdığı görüşünden etkilenmiştir. Yani Frankfurt Okulu düşünürleri Marks’ın ekonomi politiğe yaptığı katkıyı önemsemekle birlikte bu katkının günümüz toplumlarını anlamada yetersiz kaldığını söylemişlerdir. Bu şekilde Marks’ın eleştiri yöntemini temel alan bir "eleştirel kuram" geliştirmişlerdir.

Bu anlayış doğrultusunda okulun ilk önemli icraatı, eleştirinin öncelikle özeleştiri şeklinde gerçekleşmesi gerektiği inancı ile felsefelerinin gereği olarak ortaya çıkan otokritik olmuştur. Marks’ın yaşadığı dönemde yaptığı eleştirilerin günümüzde geçerli olmadığını ve bu yüzden kuramın çağdaş koşulların ışığı altında yeniden yapılandırılması gereğinin ortaya çıktığını söyleyen Frankfurt Okulu düşünürleri, buna bağlı olarak ekonomik determinizmi, ekonomizm ve kaba maddeciliği şiddetle eleştirmişlerdir. Marx ve Engels’in Owen, S.Simon ve Fourrier gibi ütopik sosyalistlerin düşüncelerine yaptıkları eleştirilerin çok ikircikli olduğunu ve daha sonraki Marksist düşünürlerin ütopik sosyalistleri toptan mahkum etmesinin büyük bir hata olduğunu belirten Frankfurt Okulu düşünürleri gerçek bir eleştirel kuramın, toplumsal düzenin ihmal ettiği insanın gizli kalmış potansiyellerini ortaya çıkarması gerektiğini savunmuşlardır.

Tüm kapalı sistemleri eleştiri yoluyla çözmeyi amaçlayan eleştirel kuramcılar, baskıcı sistemlere ilişkin analizin tahakküm ve baskının kökleri konusunda uyanışa yol açacağını, ideolojileri geriletip bilinçlenmeyi hızlandıracağını savunmuştur. Kapitalizmin oldukça hızlı ve temelli değişiminden dolayı, Marks’ın 19. yy. kapitalizm eleştirisinin çerçevesi içinde kalmanın olanaksızlığını savunmuşlardır. Bu düşünce ile günümüz ileri kapitalizmini analiz edip eleştiri süzgecinden geçiren Frankfurt Okulu düşünürleri, genel görüşlerine uygun bir epistemoloji geliştirerek bilginin tarihsel olarak koşullandığı görüşünü korurken, diğer yandan da bu bilgiye ilişkin doğruluk iddialarının toplumsal veya sınıfsal çıkarlardan bağımsız olarak rasyonel bir biçimde değerlendirilebileceğini ileri sürmüşlerdir. Onlara göre günümüz kapitalizmi, ağır şartlar altında çalıştırdığı insanları denetim altında tutup, reaksiyon gösterme ve başkaldırma ihtimaline karşı bilgiyi ve popüler kültür öğelerini manipüle etmek suretiyle varlığını devam ettirmektedir. Frankfurt Okulu düşünürleri bu durumu kültür endüstrisi olarak adlandırmıştır. Buna göre kültür endüstrisinin öncelikli amacının bireyin kapitalizmi benimsemesini kolaylaştırmaktır. Yine kültür endüstrisinin olumlayıcı kültürü, günlük yaşamın sorumluluğundan, ağır ve sıkıcı işlerinden çok az bir çaba ile geçici bir kaçış sağlayarak oyalanma ve zihinsel uzaklaşma yaratır. Sistem, ağır şartlar altında yaşamaktan bunalan toplumu bu durumdan kurtarmak için görsel, işitsel ve yazılı medya organlarını kötüye kullanarak onları yalancı bir rahatlama ve uyumaya durumuna sokar ve insanlar geçici olarak sorunlarından uzaklaşır. Frankfurt Okulu düşünürlerine göre kültür endüstrisinin sunduğu kaçış gerçek bir kaçış değildir. Zira onun sağladığı kaçış ve dinlenme, insanları yalnızca yaşamlarındaki temel baskılardan uzaklaştırmaya ve çalışma azimlerini yeniden yaratmaya hizmet eder. Durum böyle olunca kapitalizm, bu manipülasyonu meşru kılacak veya en azından gizleyecek bir maskeye ihtiyaç duymaktadır; işte günümüz sosyolojileri bunu yapmaktadır. Fonksiyonalizm ve benzeri günümüz sosyoloji kuramları kapitalizmin bu hilesi sonucunda asıl işlevini yitirmiş; sisteme yardımcı bir araç konumuna getirilmiştir. Bu yüzden bu sosyolojileri şiddetli bir şekilde eleştiren okulun düşünürlerine göre sosyolojinin gerçek işlevi sistemdeki boşlukları, kurumlar ve teoriler arasındaki çelişkileri ortaya çıkarmak, toplumsal çıkarların ve çelişkilerin düşüncede nasıl ifade edildiği ve baskı sistemlerinde nasıl üretildiğiyle ilgilenmek olmalıdır.

Eleştirel kuramcıların diğer eleştirdikleri bir nokta ise modern toplumdur. Onlara göre bilgilerimizin ve ortak insani yönlerimizin kaynağı hepimizin akılcı varlıklar olmamıza bağlıdır. Hegel bu düşünceyi "gerçek olan akılcıdır" şeklinde ifade etmişti. Eleştirel kuramın Hegel'in bu düşüncesinden istifade ettiğini söylemek mümkündür.Bu temel üzerinden akılcı bir toplum modeli çıkarmak mümkündür. İnsan olmamız nedeniyle hepimiz akılla düşünme özelliğine ya da potansiyeline sahibiz. Dolayısıyla akılcı toplum, içinde yaşadığımız çevre koşullarını oluşturup dönüştürme sürecine hepimizin katıldığı bir toplumdur. Bu da bizim elimize şu anda var olan toplumları eleştirebilmemizi sağlayan standart bir ölçü verecektir. Aynı bakış açısıyla, bazı grupları iktisadi ve siyasi sürece katılmaktan alıkoyan ya da yine bazı grupları sistematik bir şekilde güçsüzleştiren toplumun akıldışı bir toplum olacağı rahatlıkla söylenebilir. Frankfurt Okulu'nun yakın zamandaki en büyük temsilcisi olan Habermas'ın çalışmalarında ise farklı bir model görülmektedir. Habermas bizim akılcı niteliklere sahip olmamızdan değil, hepimizin bir dil kullanıyor olmamızdan yola çıkmaktadır. Onun ütopyası, herkesin bilgilere eşit olarak sahip olabileceği ve kamusal tartışmalara katılabileceği "ideal bir söz durumu" dur. Habermas sistematik bir toplum kuramı oluşturma arzusu taşıması ve araçsal düşünceye kendi şemasında uygun bir yer bulma isteğiyle ilk kuşak eleştirel kuramcılardan ayrılır. Habermas gerçekten araçsal aklı sahici bir düzleme yerleştirir ve psikanalizi bir "kurtarıcı bilim" modeli olarak kullanılır. Knowledge and Human Interests'de (1968) , insanların ortaklaşa sahip oldukları üç bilişsel ilgi saptamıştır: Çevremiz tanır ve denetlemeye çalışırken duyduğumuz ve böylece bizi ampirik bilimlere yönelten teknik ilgi; birbirimizi anlayıp birlikte çalışabilmemiz için ihtiyaç duyduğumuz ve bizi yorum bilimsel bilimlere yönelten pratik ilgi; anlama ve iletişim kurma çabalarımızda kendimizi çarpıtmalardan kurtarma arzumuzu yansıtan ve bizi psikanaliz gibi eleştirel bilimlere yönelten kurtarıcı ilgi.

Habermas'ın ideali, geleneksel eleştirel kuramda görüldüğü gibi akılcı bir toplum nosyonuna değil, ideal söz durumu kavramına dayalıdır. Hepimizin birlikte yaşayıp çalışarak semboller kullanan hayvanlar olmamız, iletişimin özgür olduğu ve toplumsal eşitsizlikler, dış baskılar ya da içsel bastırmalar gibi etkenlerle çarpıtılmadığı bir ideal duruma işaret eder.

Frankfurt Okulu düşünürleri ayrıca kültür ve modernizemle ilgili problemler üzerinde yoğunlaşmış ve bu bağlamda, kapitalist toplumun temel ilkesi olan araçsal akılcılığa karşı tavır almışlardır. Modern toplumda, bürokrasi ve örgütlülüğünün yayılması sonucu, araçsal aklın eşdeyişle toplumsal yaşamın, araçları, önceden belirlenmiş hedefler doğrultusunda verimli olarak kullanmaya yönelik ilginin yayılması suretiyle daha çok rasyonelleştiğini dile getiren Frankfurt Okulu düşünürleri, ekonominin değil de kültürün önemini vurgulamış ve müzik, edebiyat ve estetik alanında önemli çalışmalar yapmışlardır. Frankfurt Okulu düşünürlerine göre eleştirel kuram Aydınlanma biliminin tek yanlı akılcılığının sınırlı kaynaklarından daha fazlasına ihtiyaç duyar; sanata ütopik düşünceye fantezi ve imgeleme işte bunun için, yani insanın bastırılmış güçlerinin, var olan toplumsal düzen tarafından ihmal edilmiş potansiyellerinin su yüzüne çıkarılması için ihtiyaç vardır.

Eleştirel kuramcılara göre Marks’ın eleştirel yönteminin en iyi uygulamalarından biri, Marks’ın kendisinin klasik ekonomi politiğe yönelik eleştirisidir. Buna göre A.Smith ve Richardo’nun kapitalizmi sanki doğal bir sistemmiş gibi tasvir etmelerine karşın, onların kapitalizmi toplumsal ve tarihsel olarak zorunlu olarak değil de olumsal bir üretim tarzı olmasından dolayı yanlış bir özü betimlediğini savunan ekonomi politik eleştirisi eleştirel kuramcılarda, daha çok pozitivizme ilişkin genel bir eleştiri için bir model olarak alınmıştır.

Eleştirel kuramcılar içinde pozitivizme ilk tepki, kuramın mimarlarından olan Horkheimer'den gelmiştir. Onun eleştirisi daha çok mantıkçı pozitivistleri hedef alır mahiyettedir. Horkheimer, bilginin kaynağı olarak bireyin duyumlarını ölçüt almaları, mantığı matematikle özdeşleştirmeleri, tüm gerçek bilgilerin bilimsel matematiksel kavramsallaştırmanın koşullarına uygun olması gerektiğini savunmaları ve bundan dolayı karşı çıkıp reddettikleri metafizikten hiç de geri kalmayan başka bir metafiziğe teslim olduklarının farkında olmamaları gibi nedenlerden ötürü mantıkçı pozitivistleri şiddetle eleştirmiştir. Herşeyden kötüsü de pozitivistlerin kendilerini olgular ve değerleri birbirinden ayrı tutmayı başarmış gibi göstermeleri oluşuydu. Horkheimer’e göre pozitivizm kendi üzerinde düşünemeyişi, kendi felsefesinin gerek ahlak gersekse epistemoloji alanındaki sonuçları kavrayamayışı nedeniyle yoksul bir felsefedir.

Horkheimer,1937 de yayımlanan iki denemesinde pozitivizmi sistematik olarak kritik etmiş ve neticede Frankfurt Okulu'nun pozitivizme yönelik genel görüşlerini oluşturmuştur, buna göre;

*Pozitivizm, çok yönlü ve etkin bir varlık olan insana mekanik ve determinist bir çerçeve içinde sanki çıplak olgular ve nesneler olarak yaklaşır.
*Pozitivizm dışsal dünyadaki nesneleri göründüğü biçimiyle algılayarak, öz ve şekil arasında bir ayırım yapamamıştır.
*Pozitivizm olgu ve değer arasında kesin bir çizgi koyarak bilgiyi insan duygularından arındırır.

Horkheimer tarafından ortaya konulan ve genel çerçevesi oluşturulan pozitivizmin eleştirileri daha sonra okulun en önemli düşünürlerinden Habermas tarafından geliştirilmiştir. Bu konudaki eleştirel görüşlerine "Knowledge and Human Interests" adlı çalışmasında yer veren Habermas'a göre, pozitivizmin en büyük yanılgısı kendini belirli bir amaca yönelik belirli bir bilgi türü olarak görüp bilgiyi tekeline almasıdır. Oysaki pozitivizm ancak yöneldiği amacın farkına vardığı zaman kendisini belirli bir bilgi olarak tanımlayabilir. Pozitivizmin kendisini tanıması ise ancak yadsıdığı kavram ve kategorileri kullanmasıyla mümkündür. Habermas’a göre pozitivizm toplumsal bilimlerde toplumlara yön verme bilincinin oluşturulması gereksinimiyle ortaya çıkmış, işlevini yerine getirmiş ve artık bugün bir fonksiyonu kalmamıştır.

Bu çerçevede pozitivisti empirik bilim anlayışını uygun, yeterli ve doğru bir bilim görüşü olarak gören ve her tür bilginin doğa bilimleriyle özde aynı bilişsel yapıya sahip olması gerektiğini savunan kişi olarak tanımlayan eleştirel kuramcılar, doğa bilimlerinin insana ve insanla doğrudan ilgili olan konulara uygulanmasına şiddetle karşı çıkmışlar ve bunun insanın potansiyel güçleriyle özgürlüğünün yadsınmasından başka bir şey olmadığını öne sürmüşlerdir.

Pozitivizme ilişkin söz konusu eleştiri, Eleştirel kuramcılar tarafından ayrıca Marks’ın düşüncelerinin pozitivist bir yaklaşımla fosilleştirilmesi işlemine de yöneltilmiştir. Buna göre Eleştirel kuramcılar determinist bir toplumbilimin kapitalizmin temel yasalarını saptayacağı ve onun gelecekteki çöküşünü tahmin edebileceği anlayışının Doğudaki Stalinizm ve Batıdaki Stalinizm’e sadık komünist partilerin büyük yanlışlarının en önemli kaynağı olduğu şeklindeki sert ve ağır eleştiriyi çekinmeden yapmışlardır.

Yani Frankfurt Okulu düşünürlerine göre tarihsel maddeciliğin bilimsel statüsü ya da pozitivizm kaynaklı bilimsellik iddiası, parti liderleriyle entelektüellerini eleştiriden korumuştur. Kuramın sözde bilimselliği, ahlaki ya da siyasi konuları kuramsal ya da teknik uzmanlıklarla ilgili konulara dönüştürmek suretiyle, Bolşevik Partinin demokratik merkeziyetçiliğini haklı kılmıştır. Kararlar sıradan işçiler ya da köylüler tarafından değil de, Marxist kuramı çok ayrıntılı olarak ve derinlemesine bilenler tarafından alınmalıdır. Şu halde Sovyet Marksizmindeki bürokratik otoriteryanizmi doğuran şey Frankfurt Okulu düşünürlerine göre Marx’ın kendisi değil de, daha çok pozitivizmin kendisidir.

Aydınlanma ve modernliğe ilişkin değerlendirme ve eleştirilerinde çok büyük ölçüde ünlü sosyolog Weber’in toplumun rasyonalizasyonuyla ilgili görüşlerine dayanan eleştirel kuramcılar, aynı bağlamda bürokrasi ve kapitalizmin tek yanlı bir akılcılığı; araçsal akılcılığı temsil ettiğini öne sürmüşlerdir. Eleştirel kuramcılara göre, bürokrasi ve kapitalizm, toplumu, saptanmış olan belirli amaçlara en iyi ve sağlam biçimde ulaşma olanağı verecek araçların seçimiyle ilgilenen biçimsel akılcılık açısında rasyonalize eder ve toplumun bu açıdan rasyonalizasyonu eleştirel kuramın savunucularına göre bir takım irrasyonel sonuçların ortaya çıkışını engellemez.

Frankfurt Okulu, tüm bu düşünceleri nedeniyle, yani klasik Marxsizmi, ekonomik determinizmini eleştirmek suretiyle, dönüşüme uğrattığı, Marksist kuramdaki kimi boşlukları sosyoloji ve psikolojiden aldığı ödünç bir takım öğelerle kapattığı ve nihayet kapitalist toplumda, işçi sınıfının mücadelesi yoluyla gelişecek devrimsel bir değişim olanağını yadsıdığı için, revizyonist bir hareket olarak görülür.

Bu açıdan ele alındığında, özet olarak, eleştirel kuramın esas hedefinin araçsal akılcılığın, özellikle de doğa bilimlerinin gerçek bilginin tek geçerli türü olma iddiası olduğunu söyleyebiliriz. Yani, eleştirel kuram bilimin ve kapitalizmin rasyonel temellerine ilişkin bir inceleme ve eleştiriden ibarettir.

KAYNAKÇA:
*BOTTOMORE,Tom (1994) FRANKFURT OKULU Vadi Yayınları
*URRY,J KEAT,R (1994) BİLİM OLARAK SOSYAL TEORİ İmge Yayınları
*CEVİZCİ,Ahmet FELSEFE SÖZLÜĞÜ Ekin Yayınları
*MARSHALL,Gordon SOSYOLOJİ SÖZLÜĞÜ Bilim ve Sanat Yayınları
*BOZKURT,Necati 20. YÜZYIL DÜŞÜNCE AKIMLARI Sarmal Yayınları

Kaynak: http://www.felsefeekibi.com/site/default.asp?PG=651

4 Ekim 2009 Pazar

KURAM VE KANUN

KURAM ve KANUN

Araştırmalarımın sonucunda teorinin (kuram) tanımının zaman içinde defalarca test edilmiş, fakat hiç yanlış çıktığı görülmemiş, öngörülerinde doğru çıkmış hipotez olduğunu buldum. Bir diğer tanıma göre teori; “sistemli bir biçimde düzenlenmiş birçok olayı açıklayan ve bir bilime temel olan kurallar, yasalar bütünüdür .

Geçen haftaki dersimizde Gülsün hocamızın incelememizi istediği “Herhangi bir kuramın doğruluğunun ya da yanlışlığının sözel olarak tartışılması saçmadır.” ifadesini yukarıdaki tanımlar nazarında ele alacak olursak;

1. Birinci tanıma göre kuram defalarca test edilmiş ve hiç yanlış çıktığı görülmemişse üstelik öngörülerinde de doğruysa bir kuramın doğruluğunun ya da yanlışlığının tartışılmasının yersiz olacaktır.

2. İkinci tanım birinci tanımı özellikle “bir bilime temel olan kurallar, yasalar bütünü” ifadesiyle destekler konumdadır. Buna ek olarak kuramın sistemli bir yapısı olduğunu ve birçok olayı birden açıkladığı ifade edilmektedir. Buradan bir kuramın geçerliliğinin sürekli kanıtlarla desteklendiğini ve desteklenmeye devam edeceğini çıkartabiliriz.

3. Kuramın birçok olayı açıkladığını yani kapsamının geniş olduğunu düşünecek olursak belli teoriden bir kanun yapmak zorlaşacaktır. Ancak bu durum kuramı geçersiz kılmaz.

Kanun (yasa) ise “doğa olaylarının oluş nedenlerini ortaya koyan ve gelecekteki olayları önceden kestirme olanağı veren bağıntıdır.” Ya da “çok sayıda deney ve gözlemden sonra, aynı şartlarda aynı sonuçları verdiği kesin olarak belirlenen durum” olarak tanımlanmaktadır. Buradan kanunun genelgeçer durumları nitelediğini çıkartabiliriz. Ancak bence bir kanunun değişmez bir olgu olduğunu söylemek bilimin yapısına ters düşecektir. Bilim her zaman şüphe etmeyi, her zaman cevaplar hakkında sorular üretmeyi ve elde edilen sonuçları her zaman test etmeyi gerektirir diye düşünüyorum. Dolayısıyla bir kanunun değişemeyeceğini kabul etmek demek, onu artık daha fazla sorgulamaya gerek olmadığını kabullenmek demektir. Einstein atom için yapılan tanımı sorgulamasaydı atomun parçalanabildiği sonucunu nasıl elde edecekti?

Aşağıdaki şekil ile kanun ve teori arasındaki bağlantıyı daha iyi görebileceğimizi zannediyorum.

Merhaba

Herkese merhaba,

Bu web günlüğünü UZE 503 Araştırma Yöntemlerine Giriş dersinde edindiğim bilgi ve becerileri ve bu dersle ilgili tecrübeleri paylaşmak için kurdum. Özellikle derslerle ilgili izlenimlerimi de buraya yazmaya çalışacağım. Bir bakıma ders günlüğü olacak benim için. Okuduğum bölümde ve aldığım hizmet-içi eğitim seminerlerinde öğrencilerin edindikleri bilgi ve beceriler üzerine düşünmeleri ve bunları yazıya dökmelerinin (yani ders ile ilgili günlükler -journal- oluşturmanın)bilginin daha kalıcı olmasına yardımcı olduğunu öğrendim. Eh artık bende tekrar öğrenci olduğuma göre kendime neden uygulamayayım?? :)

Daha bu derse başlamadan dersin içeriğine göz attığımda oldukça yoğun bir programın beni beklediğini gördüm ve ilk ders sonrası yanılmadığımı anladım. Dersin içeriğinin yanı sıra işlenme şeklinin de şimdiye kadar işlediğimiz derslerden farklı olduğunu gözlemliyorum. Özellikle benim de öğrencilerimler birlikte kullanmak istediğim web 2.0'ın nimetlerinin bu derste bizim üzerimizde kullanılıyor olması bana ilerki öğretmenlik tecrübelerim açısından faydalı olacak biye düşünüyorum. Kendime model alacak bir çevirimiçi materyal destekli ders şekli... Neyse lafı çok uzattım galiba. Aşağıda ilk ödevimizi ele almaya çalıştım elimden geldiğince. Yorumlarınızı bekliyorum.